Can sıkıntısının icadı ve sonuçları
Can sıkıntısı hissini üç dönemde açıklayalım. Bunlardan ikisinde can sıkıntısı yoktur. Birinde olmaması normalken bugün olmaması problemdir.
Can sıkıntısının olmadığı dönemle başlayalım. Milyonlarca yıl doğada sahip olduğunuz tüm enerjiyi verimli kullanmanız gerekiyor. Dopamin, en doğru hedefe yönlenerek eldeki enerji tükenmeden önce yiyecek bulmanızı sağlıyor. Hiçbir şey yapmıyor sandığınız canlılar bile enerjisini boşa harcamamakla meşguller. Doğada her an bir fırsat, bir tehdit durumu var ve sürekli bunlara karşı tetikte olmak gerekiyor.
Homo sapiens atalarımız da yüzbinlerce yıl hareket halindeler. Her tepenin, kayanın veya ağacın ardında yiyecek ya da tehdit olabilir. Dopamin ve kortizol iyi şeyleri kovalayarak kötü hislerden kaçmanızı ve böylece hayatta kalmanızı sağlıyor. Hiçbir şey size durduk yere sunulmuş değil. Barınma, korunma, yiyecek için sürekli mücadele etmeniz gerekli. Çit çekip arkasına saklanıp tüfeğinizle beklemiyorsunuz. Aslanlarla, yılanlarla aynı ortamdasınız. Ve aynı yiyecek için rekabet edip savaşmanız geçiyor. Yiyecek aramak için gittiğiniz her gün başka bir yerdesiniz, başka bir sığınacak yer bulmanız gerekiyor. Evde oturup yiyeceğiniz yiyeceklerin markete gelmesini beklemiyorsunuz. Ne ev var, ne market.
Yüzbinlere yıl bu şekilde yaşamanın ardından 12 bin yıl önce tarım devrimi yaşanıyor. Yerleşik düzene geçip kendi yiyeceğimizi üretmeye başlıyoruz. Ancak ürünü ve mahsülü korumak çok önemli, çünkü tüm hayatınızı buna bağlamışsınız. Dolayısıyla sınırlar çekmeli, birileri çalışırken birileri topluluğu korumalı, birileri yetki almalı. Avcı-toplayıcı yüzbinlerce yıldan daha zorlu bir dönem; çünkü artık çalışmak diye bir şey var. Ve biyoloji ve psikolojinin adapte olduğu doğada değil, tek bir kapalı alandasınız. Başka insanlarla, toplumla, statü ile, kurallar ile mücadele etmelisiniz. Ve bulunduğunuz topluluğu dış düşmanlara karşı korumalı, yağmur yağması için dua etmeli, mahsülün veya tohumun başına bir şey gelmeyeceği ihtimali ile yaşamalısınız.
Tüm bunların ardından 200 yıl önce Sanayi Devrimi yaşanıyor. Makineler kullanılmaya başlıyor. Ve devletler komşusunun kendisine karşı tehdidi nedeniyle inanılmaz bir üretim hamlesine girişiyorlar. Makinelerin başına geçecek on milyonlarca insan lazım oluyor. Köyler boşaltılıyor, herkes şehre gelip çalışmaya ikna edilmek için eğitim sistemi icat ediliyor. Nüfusun yüzde 95’i köylerde yaşarken, birden bu tersine dönüyor. Şehirler işçilerle dolup taşıyor.
Sorun şu ki, şehirler on milyonlarca insanın yaşaması için çok erken. Bugün bile hala sistem tam oturmamışken 200 yıl öncesini düşünün. Gıda güvenliği sistemi yok, ürünler yetmiyor ve sağlıksız. Evler pislik içinde ve hastalık dolu. Şehirlerin ortası fabrika dolu ve duman içindeler. Yüz milyonlarca insan açlık, hastalık, sefalet ve gece gündüz çalışma ile uğraşıyor. Mesai, emeklilik, maaş, paydos, market kavramları icat oluyor. Bugünkü modern hayatın temelleri atılıyor.
Sistem biraz oturunca bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Yüzbinlerce yıl avcı-toplayıcı iken, onbinlerce yıl çiftçi iken olmayan bir durum bu; can sıkıntısı. Sürekli bir şeylerle uğraşıp hayatta kalma mücadelesi içinde her gün dopamin rezervlerini kullanan insanlar artık kullanamıyorlar. Her sabah bir şeyler peşinde koşturmanız, yiyecek, barınma ve korunma için mücadele etmeniz için üretilen dopamini artık ‘bitiremiyorsunuz’.
Çünkü korunmaya ve barınmaya ihtiyacınız yok. Bir devlet ve şehir içindesiniz. Yiyecek de aramıyorsunuz, haftalarca çalışıp ay sonunda maaş günü gelene kadar bekliyorsunuz. Doğada ödüller anlıktır. Bir elma bulursanız yersiniz, o yüzden bir iş yerinde çalışmak da tam olarak dopaminin orjinal işlevini karşılamıyor. İşten çıktığınızda ertesi günkü mesaiye kadar, hafta sonu tatili bitene kadar yapacak bir şeyiniz yok. Doğada da değilsisiniz, içgüdüleriniz bir farklılık seziyor. Dopamini de kullanmadığınız için ölecekmiş gibi bunalıyorsunuz.
Belki de bu yüzden tiyatro, sinema, oyun ve eğlence sektörünü, bahis, kumar, spor oyunlarını icat ettik. Çünkü bunlar da dopamin kaynağıdır. Şehir insanı kullanmadığı dopamini böyle şeylerle harcayarak içgüdülerini doyurmaya çalışmıştır. Ama bu sanal yoldan doyurma, sürekli kaçılması gereken bir can sıkıntısı ihtiyacı yaratmış, eğlence en büyük sektörlerden ve ihtiyaçlardan biri olmuştur.
Böyle bir kaç yüzyılın ardından can sıkıntısı, en çok kaçılan, en çok korkulan şey halini aldı. Öyle ki Bertrand Russell şöyle der; ”Bizim atalarımızdan daha az canımız sıkılıyor ama can sıkıntısından daha çok koruyoruz.”
Ama bu düzen böyle sürüp gitmedi. 20 yıl önce bir şey değişti. Dijital Devrimin ikinci ayağı olan Sosyal Medya ortaya çıktı. Ve sahte bir dopamin kaynağı olarak insanların hayatlarına girdi. Esasında modern toplumda pek çok sahte dopamin kaynağı var; spor, oyunlar, bahis, alışveriş, kumar vs. Ama sosyal medyanın çok daha farklı bir yönü var.
Atalarımız tek bir büyük hedefe adım adım ilerlerdi. Her adım ödüldü. Yiyeceğin nereden geleceği belirsizdi. Tüm gün her adım bir yerden yiyecek bulacağınız hissiyle sizi ödüllendirmese, onlarca kilometreyi bir küçük meyve bulabilmek için yürüyemezdiniz. Bu yüzden küçük küçük, adım adım ilerleyen şeyler hedonik adaptasyona yakalanmadan dopamin salgılar. Atalarımız can sıkıntısından kurtulmak için sinema filmine gidiyor, film çıkışı eve gidiyordu. Bu çağda filmi beklerken, film çıkışı eve giderken, evde de bir şeyler yapmak gerekiyor.
İnsanlar bu çağda uzun filmler izlemektense anlık kısa videolar izlemeyi tercih ettiler. Her şeyi sonsuz böle böle; küçük küçük, minik etkileşimlerle hedonik adaptasyona yakalanmadan hazlar yaşayamaya başladılar. O kadar küçük etkileşimlere bölündü ki; artık ortada haz verecek bir şey olmadan da dopamin salgılanıyor. Evet, araştırmalar bunu gösteriyor. Sıkılmadan 2 saat film izleyemiyorsunuz; ama tek bir haz verici şey izlemeseniz bile sosyal medya 6 saat dahi ekran kaydırmalı oyalayabiliyor. Sonsuz anlık etkileşim ve her an küçük dopaminler aklı oyalamaya yetiyor.
Dolayısıyla can sıkıntısı da ortadan kalktı, hiçbir insanın canının sıkılacağı beş dakikası olmuyor. Sürekli etkileşim, sürekli dopamin. Şehirde yaşadığımızı, zorluklar içinde olduğumuzu, atalarımızla uyumsuz beton yığınlar arasında olduğumuzu, yeşillik ve güneş görmediğimizi unutuyoruz. Büyük hedefler, hayat amaçları kayboldu. Sonsuz anlık etkileşim tüm dopamin ihtiyacımızı karşılıyor.
Bunun pek çok sıkıntısı var. Ama en önemlisi; hayat değiştirecek bir şey yapma yetisinin kaybolması. Sınavan başarısız oluyorsun, eve gelince düşen dopamin seni ders çalışmaya teşvik etmeli, her dersin başına oturunca dopamin salgılamalı. Bu his adım adım dersi geçmeye, dersler diplomaya, diploma işe, iş de yiyeceğe ulaştırmalı; böylece dopamin görevini yapmalı. Ama düşen dopamini oyunla, telefonla karşılaya karşılaya hiçbir sorun can sıkıntısı veya mutsuzluk kullanılarak çözülemiyor.
Can sıkıntısı büyük bir itici güçtür. Telefonun, televizyonun olmadığı yüzyıllarda insanların eline balta, çekiç, hamur alarak neler yaptıklarına bakın. Bugün dahi böyle şeyleri ancak haberlerde istisna olarak görüyoruz; zira herkes için itici güç can sıkıntısı değil.
Can sıkıntısı son derece işlevseldir. Eve geldiğinizde telefon, televizyon, oyun yerine oturun. Canınız sıkılsın. Gerçekten sıkıntıdan patlayana kadar oturun. Bir süre sonra ister istemez odanızı topladığınızı, masanızı düzelttiğinizi, kitaplarınızı karıştırdığınızı; yapmak isteyip de ertelediğiniz her şeyi yapmaya ihtiyacınız olduğunu, bunların da keyifli olduğunu, bunların da dopamin salgıladığını göreceksiniz. Ama siz tüm bu dopamin kaynaklarını tek bir dopamin kaynağına indirgemiş durumdasınız.
Bu çağda canımızın sıkılmamasının çok başka olumsuz yönleri de var. Sürekli meşgul edilen beyin gün içinde olayları proses edemiyor ve bilinçdışına uykuda daha çok yük biniyor. Can sıkılmaması için sürekli sosyal medya etkileşimi de aşırı gereksiz bilgi ile beynin yükünü artırıyor. İşlenmemiş tüm bu veri düzenli yüksek kortizole ve strese neden oluyor. Bu da hayatı mahvetmeye yetiyor. Dahası; sürekli ertelenen önemli şeyler olduğunu fark etmeden bir ömür kolayca geçiyor ve yerine yenisi konmayacak karar aşamaları ve fırsatları basit bir sosyal medya alışkanlığı ile heba olabiliyor.
Can sıkıntısının olmadığı yüzbinlerce yılın ardından 200 yıl önce onu icat ettik. 20 yıl önce ise can sıkıntısına tepki olarak sosyal medyaya sarıldık. Öyle ki; artık can sıkıntısı işlevsel, yararlı ve önemli bir şey haline geldi. Artık can sıkıntısı yararlıdır, onu kullanın. Hiç canınız sıkılan an yaratmıyorsanız hayatınızda bir şeyler yanlış gidecektir.